"Türkiye'de engellilerin işi zor ve bence giderek de zorlaşıyor. Örneğin, bundan on-on beş yıl öncesine kadar bir görme engelli olarak bastonumun desteği ile Bursa’da daha rahat geziyordum. Fakat artık zorlanıyor ve korkuyorum." Yukarıdaki ifadeler bana ait. Bir televizyon söyleşimde kurguladığım tümceler bunlar. Spiker soruyor; “Türkiye’nin ilk görme engelli dağcısı ve milli atleti olarak dağlara çıkıyor, maraton koşuyorsunuz. Son olarak 2008’de Afrika’nın Çatısı Kilimanjaro zirvesine ulaştığınızı biliyoruz. Bunları yapan bir engelli olarak şehirde gezmekten korktuğunuzu ve zorlandığınızı söylüyorsunuz, burada bir paradoks yok mu?” “Hayır yok, zira durum gerçekten böyle. Bazen dağlarda gezmenin şehirlerde gezmekten daha kolay olduğunu düşünüyorum. Engellilerin büyüyen, kalabalıklaşan kentlerdeki yaşamı giderek zorlaşıyor. Bunu Bursa’daki deneyim ve gözlemlerimden bilmekteyim.” yanıtını veriyorum. Şu an şehir merkezindeki evimde yalnız yaşıyorum. 22 yıl önce Ankara Körler Rehabilitasyon Merkezi’nde almıştım bağımsız hareket derslerimi. Başarılı tarzda beyaz baston kullanabilmek, dilediğim yerlere özgürce ulaşabilmek bu merkeze gitmekteki temel amaçlarımdandı. Bu motivasyon ile amacıma büyük oranda ulaştım. Rehabilitasyon Merkezi’nde aldığım baston eğitimimi Bursa’daki gezmelerim esnasında daha da geliştirdim. Üç beş yıl öncesine kadar her şey nispeten az sorunlu gidiyor, büyük oranda özgürce zorlanmaksızın geziyordum Bursa kaldırımlarında. Şu an ise tablo epeyce değişti; kaldırımlara park etmiş bol sayıda araba, dükkan sahiplerinin kaldırımlara koydukları yönlendirme-reklam levhaları, sattıkları mal numuneleri, kent merkezindeki kaldırımlarda araç park edilmesini önleyebilmek için konulmuş diz yüksekliğinde demir borular. Yani bizler için potansiyel tuzaklar. “Ama bunlar zaten öncesinde de vardı.” denilebilir. Fakat öncelikle biz engellilerin, sonrasında diğer yayaların yaşamlarını zorlaştıran bu olgular son yıllarda misliyle arttı. Kent suçu düzeyinde daha farklı gelişmeler de yaşanmakta. Örneğin; şehrin en işlek yerinde, evimin hemen yakınında açılan bir özel hastane önündeki kaldırımı oto park olarak kullanabiliyor. Ben her gün ortalama iki kez, ana caddeden geçiyormuşçasına yaşadığım çekince ve dikkat ile oto park yapılmış bu kaldırımdan geçmek zorundayım. Her keresinde söyleniyor ve bir engelli olarak yaşamımı zorlaştıran bu müessese sahiplerini eleştiriyorum. Kimlere mi? Yardım isteyerek kolunu tuttuğum her hangi bir vatandaşa. İlginç değil mi, bir kaldırımdan yürürken bile ezilmekten korkuyor ve yardım talep ediyorum. Fakat son süreçte belleğimde oluşan bir düşünce var; sinirlenmeyecek, söylenmeyeceksin, hele hele önüne ansızın çıkan ve kaldırımı bir Çin Seddi gibi kesmiş arabaları tekmeleme arzunu kontrol edeceksin diyorum. Zira keskin sirke küpüne zarar. Toplumun tüm parçalarını gözetmeksizin plansız ve kontrolsüz gelişen bir kent ortamını, engelliler ve tüm vatandaşlar için daha yaşanılır kılmanın yolu nereden geçiyor? Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek var mı, aslında sorumun yanıtı demokrasi tanımları içinde çoktan verilmiş durumda. Yanıt var, ancak bu yanıta uygun eylem ve örgütlenmelerin olup olmadığı hayli tartışmalı. Demokratik süreçlerin doğasına uygun yanıtı yineleyelim; örgütlenmek, engelli dernekleri ve destek verecek tüm sivil toplum örgütleri ile birlikte hareket etmek, demokratik baskı grupları oluşturabilmek. Engelliler için daha kolay ve yaşanılır bir Türkiye umuduyla… Cumhuriyet Gazetesi Ankara Eki 02/Ekim/2009