Maratonu abim Namık Turhan için koşmak düşüncemin ortaya çıkışı bir tesadüf sonucu oldu. Bursa'daki evimizde çekmeceleri karıştırıyor, bir şeyler arıyorum. Elime hafifçe kavislenmiş bir tomar parlak kâğıt geliyor. Bunların ne olduğunu merak edip Ablam Nazile Turhan'a soruyor ve "Namık'ın fotoğrafları." cevabını alıyorum. Bu cevaptan sonra yüreğime düşen bir şey var; eğer gidebilirsem Japonya Maratonu'nu abim Namık Turhan için koşmalıyım. Bu maraton 1993 yılında vefat eden ağabeyim anısına saygı maratonu olsun. Japonya'ya gitmemizdeki belirsizlikler ortadan kalkıp program resmiyet kazanınca düşüncemi ablama açıklıyorum. O da "Peki" diyor, " Namık'ın bir fotoğrafını, kumaşa sarıp atletinin içine dikeyim. Böylece koşarsın." aklım ve yüreğim abimin fotoğrafında maratonu bırakmaksızın abim ile koşuyor, koşuyor, koşuyorum. Perişanlığıma rağmen 3:54 dereceyle ilk dokuza girmeyi başarıyor ve hayalimdeki çayırlara mutlulukla uzanıyorum. Fakat iyileşme halim oluşmuyor. Bana verilen portakal suyunu içmekten dahi aciz hayli fena durumdayım. İçim eziliyor, soluklarım rahat değil, göğüs kafesimde bir basınç var. Beni kucaklayarak sağlık ekibine götürüyorlar. Japon doktorlara dilim döndüğünce derdimi İngilizce anlatıyor, kendimi çok kötü hissettiğimi söylüyorum. Tansiyonuma bakılıyor parmağıma da bir cihaz iliştiriliyor. Ardından apar topar ambulansa alınıyorum. Yanımda Bülent Kimyon var. Hastahanedeyiz. Tetkiklerim hızlıca yapılıyor. Bir süre sonra sedyede yatarken dilimin damağıma zamklanmış gibi yapışıp kaldığını fark ediyor ve su istiyorum. Yutağım açılmış, yutkunabiliyorum. Su tüketebilmem sonrası iyileşmeye başlıyorum. Doktorlar fenalaşma sebebimin aşırı susuzluk ve tansiyon düşmesi olduğunu tespit edip tuvalete çıkana kadar bol bol su içmem gerektiğini söylüyorlar.
İkinci kez milli olmak onurunu yaşadığım Japonya’dan ölümcül sınırda büyük bir deneyimle ayrılıyorum. Tempo ve su tüketimi anlamında “Maraton Yönetimi” beynimde iyice yer ediyor. Öykümü ve Maraton öncesi sıvı kaybımı hızlandıracak olan kuru kahve aldığımı da öğrenen uzun mesafe koşucusu yetkin bir arkadaş; “Ne yaptın sen, ölürsün, ölürsün!” diyor. Ben de “inat ettim ama galiba direkten dönmüşüm.” diyorum. Kilimanjaro Tırmanışında da mantıksız inadım bir kez daha tezahür edecek, Nevzat Öntaş’ı dinlemeyip yine direkten döneceğim.